6 Kasım 2014 Perşembe

Tepeden Tırnağa


Bir kuş geçti şimdi tam tepemden 
Çıkarttım elimi camdan, uzandım tuttum kanatlarından 
Aldı beni sırtına şehri gezdik tepeden tırnağa 
Yüreğime nefes, ciğerime hava doldu 
Açtım kollarımı iki yanıma 
Gezdik şehri tepeden tırnağa 

'2014 İstanbul

1 Ekim 2014 Çarşamba

SULAR....



Sular akıyor ayaklarımın altından
Sular....
Senli benli onlu bunlu...
Sular akıyor bir yere yetişirmişcesine aceleci, geç kalmışçasına sinirli azgın 
Sular...
Senli benli onlu bunlu....

Düzce' 28/09/2014

12 Mart 2014 Çarşamba

Berkin Elvan ve Abileri

Birseyler yazmaliyim bu gece. Okuyanlar icin birseyleri degistirecek bir suru sey yazmaliyim. Olumlerin arkasindan boyle kolaylikla, boyle izansizlikla, boyle yuzsuzce kendinden olmayani, sirf baska partiyi savunuyorlar diye onlara olmeyi hak goren mesajlari; "cocuk ekmek almaya gitmiyormus, elinde sapan varmis" sacmaliklarini, o da tutmayinca orada ne isi varmis sorgulamalarini; beriki icin olum sebebini "arkadaslari dovmustur" diye gecistiren makam sahiplerini, yuksekten dusmus diye basitlestirilmis can kayiplarini; cenazeye bile saygi gosteremeyen bazi siyasileri; tum bunlarin ic dunyamda yasattiklarini; bu yasima kadar hic olmadigi kadar secimlere inanmisligimi; bir anne olarak gozyaslarimi, uykusuzlugumu, uykusuzluk yuzunden girdigim sitelerde okuduklarim sonucu cildirmaya ramak kala tum dunyaya haykirmak istedigim kufurlerimi; bir millet nasil bu kadar kor olur diye hayiflanmalarimi anlatmam lazim.

Birseyler yazmam lazim bugun. Belki cok uzaklara duyururum sesimi ve o cok uzaklarda birinin vicdanina dokunurum da bir degisim baslar umidiyle birseyler yazmam lazim. Bir kelebek gibi burada kanat cirpip orada ruzgarini duyurmam lazim.

Ama gel gor ki bunlarin hicbirini yazmak kolay degil bu gunlerde. Artik kimse olmesin simdilik bana yeter.....

9 Mart 2014 Pazar

Erkek Analarına 8 Mart Notu

Eyyy erkek anaları; bu notum sizedir!!! Her sevgililer günü, her kadınlar günü, her bilmemneyi anma zımbırtı gününde kadınız diyerekten erkeklerden güzellik bekleyeceğinize aksiyona geçin derim ben...

Aslansın paşamsın diye sırtını sıvazladığınız çocuklarınıza sırf erkek doğdular diye, herşeyi, istedikleri her an, alamayabileceklerini öğretin biraz da..Mesela kaybedebileceklerini öğrensinler...Onlara hayır demekten çekinmeyin ki kendilerine de hayır denebileceğini görsünler..Görsünler de hayır cevabı aldıkları kadınları kaybetme içgüdüsü ile sokak ortasında katletmesinler..Aşk, ölüm, kalp yarası ile başetmeyi öğretin onlara...Öğretin ki birgün karıları, sevgilileri, nişanlıları ayrılmak istediğinde "insan" gibi acılarını çekip yola devam etmeyi başarabilsinler..Sadece "o" kadının dünya üzerindeki son kadın olduğunu düşünmesine izin vermeyecek analitik zeka ile yetiştirin çocuklarınızı..Öyle ki biz kadınlar, dünya üzerinde soyu tükenen son nesil değiliz; elbet bir başka aşk, sevda bekler onları kapıda...Ve bunların hepsinin başında eyyy siz erkek evlat anaları, öncelikle kendi beyninizden başlayın değişime..En eğitimlinizin de egolarının bir kenarında yer eden, erkek çocuk doğurmakla elde ettiğini sandığı o üst düzey makamın gerçekte var olmadığını, hayalden ibaret olduğunu anlayın... 

Bu şekilde yetiştirmeye başladığınız çocuklarınız sayesinde en iyi ihtimalle 10-12 yıl sonra kadınlar gününün bir anlamı olabilecek bu ülkede...Onun için 2024ün 8 Mart'ında görüşmek üzere...

3 Mart 2014 Pazartesi

Garipçe Bir Yer

 
 
Adı gibi garip; garipleşmiş...Garipçe bir yer...Bilim-kurgu filmlerinden fırlamışçasına çift başlı, güzel yüzlü, ve ucubik...Yıllar öncesinde, pırıl pırıl denizinin dibinde fotoğraf çektirdiğim, yıllar sonra aynı yerde gözlerimin dolduğu bir garip mahvoluş...Gökyüzünün uçsuz bucaksızlığını yırtarcasına arşa kafa tutan devasa beton birikintisinin, bu eşsiz manzaranın ortasındaki manasızlığının ironisi...

Öte yandan adının hissettirdikleri gibi bir garip umut; trafikteki eziyetin sonlanmasına dair...Aksini bile bile, yine de ummak kesilen ağaçların yerine yenilerinin geleceği ihtimalini...İçindeki tüm zehri kusan bir canavar gibi iğrenç ve çaresiz...

Bu kadar kötülüğün arasında yine de ayakta kalmaya çalışan bir balıkçı köyü, Asmaaltı'nda evinizin minik salonunda oturmuşcasına rahat, huzurlu bir kahvaltı keyfi ve herşeye rağmen henüz bozulmamış mis gibi bir hava...

Yani bir yanı yeşil, bir yanı mavi, bu tabloda en olmayacak yeri; tam da ortası gri, çirkin, beton, pis; işte öyle garip bir yer olmuş Garipçe...

5 Şubat 2014 Çarşamba

Kapattım Gözlerimi Adalet Bekliyorum

Yorgun gözlerim uykuya yenik düşmeden adalet bekliyorum son bir umut...

Adalet bekliyorum; sokak ortasında psikolojinin sınırlarını zorlarcasına içlerinde nefret biriktirmiş bir avuç şuursuz tarafından katledilen Ali İsmail için...Bir umut...

Adalet bekliyorum; en demokratik hakkının arkasında durmak için sokağa çıkan kitlenin arasına, bile isteye, nefret dolu bir hırsla sürülen araba ile öldürülen Mehmet Ayvalıtaş için...Bir umut...

Adalet bekliyorum; protesto için binlerin sokağa döküldüğü o gün kendisini destek olmak adına sokağa atan ve bir polis kurşunu ile kafasından vurularak öldürülen Ethem Sarısülük için...Bir umut...

Ve daha niceleri için bir umut...Sokak ortasında, evinde, babaocağında öldürülen; saldırıya, tecavüze uğrayan kadınlar için; çocuk gelinler saçmalığı için; acımasızca katledilen tüm fidanlar için; tüm adaletsizlikler, hukuksuzluklar için...

Kapattım gözlerimi adalet bekliyorum...

4 Şubat 2014 Salı

Anne Oldum Sanırım - 3

Herkes için sıralamadaki yeri farklı olsa da, taze annelik döneminde, uyku sorunu "en acılı" deneyimler arasında sayılabilecek bir diğer sıkıntılı durumdur. Kızım doğduğundan beri birbirinden çileli birçok farklı yöntemi denemiş bir anne olarak bu yazıyı, deneyimlerimi sizinle paylaşmak, hiç değilse aranızdan birini kurtarmak için yazıyorum.

Kızım ilk doğduğunda, cebelleştiği o gaz sancılarına da bir nebze ilaç olması açısından, istemsiz bir şekilde bulduğumuz "kucakta sallayarak tüm evi dolaşma" tekniğini uyguluyorduk. Bu şekilde onun o minicik karnının içerisinde birikip kalan gaz öbeklerini yavaş yavaş azad edip kızımı rahatlatmış oluyordum. Rahatlayan yavrucak da pat diye uyuyup kalıyordu. Ta ki bir gün kolumda "de quervain sendromu" olarak bilinen rahatsızlık kendini gösterene kadar. Ameliyattan bir önceki aşama olan atel ile yaşama mücadelesi kızımı farklı uyutma şekilleri denemeye itmişti beni.

Böylelikle ikinci yaratıcı çözümümü hayata geçirdim. Pusetin üzerine bağlı olan ana kucağını yere indirip kızımı onun içinde bir öne bir arkaya sallayarak, zaman zaman 40-45 dakika sürecek bir uyutma süreci sonucu, toplasanız 1 saat ancak uyutabildiğime sevinerek yola devam ettim. Hatta çok yorgun ve bitkin olduğum günlerde, yattığım yerden ayak parmak uçlarımla ana kucağını sallayarak hem onu hem de kendimi uyutmuşluğum çok oldu. Bu yeni sistem bizi oldukça uzun süre idare etti etmesine ama kızım her bebek gibi zamanın akışından daha hızlı büyüyordu. Uykuyu sevmeyen yapısı da tüm bunlara zemin hazırlayıp kızım kendi kendini ana kucağından kaldırmanın nasıl keyifli birşey olduğunu keşfedince bu uyutma yönteminin sonu da gelmiş oldu.

O günlerde, tam da uyku konusunda stresli günler yaşarken, yine blogger daki bir başka blogcu anne olan arkadaşımın uyku teknikleri hakkında internet ve çeşitli kaynaklardan topladığı bilgileri dinledim. (blogunu gezmek isteyenlere; hurremoldumben.blogspot.com) O şekilde de, bir internet ve sosyal medya kurdu olan ben, çocuk büyütme ve sağlıklı eğitim/gelişim konusunda internet deryasına dalmanın faydaları ile ilk defa karşılaştım.

Arkadaşımın vasıtasıyla, kızım sanıyorum 4-6 aylıkken denediğimiz ilk yöntem Ferber Yöntemi oldu. Bu yöntem genellikle, bizim gibi bebeğini uyuturken farklı ve yorucu birçok yöntem denemiş ama en sonunda böyle devam edilemeyeceğine karar vermiş annelerin ilk denemesi oluyor. Tüm uyku yöntemlerinde olduğu gibi, bu yöntemde de öncelikle bebeğinize bir uyku rutini oluşturmanız gerekiyor. Bizim uyku rutinimiz, öncelikle ılık ve keyifli bir banyo, sonrasında çeşitli gaz giderici ve rahatlatıcı masajlarla giyinme ve olmazsa olmazımız akşam sütümüz, son olarak da yatağa geçiş şeklinde oldu. Çocuğun bu rutine alışması için de uyku rutinimizi hep aynı saatlerde hep aynı şekilde yapmaya da özen gösterdik. Onu yatağa götürürken, anlamadığını bilsem de, ona hep "uyku zamanı", "şimdi uyumaya gidiyoruz" gibi uykuyu vurgulayan kısa ve sakin cümleler söyledim. Ses tonumun yumuşak, sakin ve oldukça sessiz olmasına özen gösterdim. Sonra Ferber Yöntemi'nin birçokları tarafından "zalim ve acımasız" olarak adlandırıldığı ağlatma seansı başladı. Bu aşamda, bebeğinizi güvenli bir şekilde yatağına/beşiğine yatırdıktan sonra, sakince odasından çıkıyorsunuz ve bebeğiniz ne kadar ağlarsa ağlasın ilk gün 3-5 dakikadan önce odaya girmiyorsunuz. Sonra odaya giriş sürelerinizi kendi kendinize uzatabilirsiniz. Odaya girişlerinizde önemli olan bebeğinizle herhangi bir ten teması kurmamanızdır; ama ben malesef bunu gerçekleştiremediğimden Ferber Yöntemini bir başka uyku yöntemi olan Tracy Hogg ile birleştirip odaya her girişimde kızımı yatır-kaldır yöntemi ile sakinleştirip ağlamasını bir nebze olsun sakinleştirip gerisin geri yatağa dönmesini sağladım. Tracy Hogg yönteminde aslolan bebeğin ağlatılmadan, kendini güvende hissederek uyutulmasıdır. Ayrıca bu yöntemde bebeğin gün içerisindeki aktivitelerinin de önemi büyüktür. Bebek uyanık olduğu saatler içerisinde aktif olmalı; yani halk arasındaki deyimi ile "bebek gün içerisinde yorulmalıdır". :)

Benim denemelerimden çıkardığım; Ferber ve Tracy Hogg yöntemlerinin her ikisinde de bir diğer önemli nokta yöntemleri uygularken kararlı olunmasıdır. Çünkü bebeklerin birbirinden farklı kırılma anları vardır. Yani bebekler kendince ebeveynlerini denerler. "Beni ne zaman yataktan alacak" şeklinde düşünüp basarlar ağlamayı. Ama sizin kararlı olduğunuzu anlayıp uyumaktan başka çareleri olmadığını anlayınca vazgeçerler. Örneğin ben ilk günkü o yoğun ağlamalı, kan revan geceden sonra, odaya giriş süremi 15 dakikada bire indirmiştim. En nihayetinde ilk gece 45 dakika, ikinci gece 30 dakika, üçüncü gece 20 dakika ağladıktan ve dördüncü gece 10 dakika mızırdandıktan sonra beşinci gece başarmıştım. Kızımın gözyaşları her seferinde yüreğimi delse de, başarmıştım :)

Aile bireylerinden gelen tüm olumsuz eleştirilere rağmen zor da olsa oturttuğum bu yöntem ile iki üç ay boyunca düzenli bir uyku düzeninin keyfini sürdükten sonra kızımın ilk dişleri kendini göstermeye başlamıştı. Kendilerini göstermelerinin yanısıra beraberlerinde getirdikleri uyku sorunu ve huysuzluk da cabası oldu. Böylece bir ikinci uyku denememizi de bir sonraki denemeye kadar rafa kaldırmış olduk.

Sonra yine uzunca bir süre kendi kendine uyuma yöntemini bırakıp anadan kalma ayakta sallama yöntemine istemsiz bir geçiş yaptık. O sırada kızımızı uzunca bir süre anneannesi ile İzmir'de yalnız bırakmamızın psikolojik etkileri de eklenince kızım odasından korkar, odaya girerken ağlar olmuştu. 

Bu sıkıntılardan hareketle kızımın bozulan sinirlerine karşı nasıl bir önlem alabileceğimi bilmeden çaresizlik içerisinde yellim yepelek pedagogumuz Monomente'den Açelya Hanım'a kendimi attım. Kendisine buradan birkez daha teşekkür ederim ki kızımda bir anne olarak keşfedemediğim birçok özelliği görmemi sağladı; kaynak kitap önerileri ile ufkumu açtı; ve tabii ki de asıl konumuz olan uyku sorunumuza çare oldu.

Açelya Hanım görüşmemiz sırasında Ferber ve benzeri amerikan akım uyku tekniklerinin başarılı olduğundan ancak bu tekniklerin tam da çocuklarını erken yaşlarda uçmaya teşvik eden, sonrasında da üzerlerinden ellerini eteklerini çeken amerikan aile yapısına uygun olduğunu uzun sosyolojik bulgularla açıkladı. Buna nazaran, bizim toplumumuzdaki gibi, çocuk büyüyüp yuvasını kurmuş olsa bile aile korumacılığının bitmediği, sıkı aile bağlarının devam ettiği toplumlara daha uygun olduğunu düşündüğü ve kendi kızında da başarılı olduğu Ferber benzeri yeni bir sistemi bana anlattı.

Bu sisteme bir ay kadar önce başladık ve şu anda hayallerini kurduğumuz rahatlığın keyfini sürüyoruz. Bu sistem de özetle ayni diğer yöntemler gibi çocuğun ağlayarak uyumasını ve bu şekilde kendi kendine uyumayı öğrenmesini hedefliyor. Tek bir farkla...Bu sistemde, çocuğunuza fazlasıyla güven vererek, o uyuyana kadar onun yanında yatağında siz de yatıyorsunuz. İlk gece bebeğiniz, siz yanında olmanıza rağmen, ağlıyor, tepiniyor, inmek istiyor, sizi rahatsız edebiliyor, konuşmak istiyor ve asla yatağa sırtını koymak istemiyor. Ama sonrasında aniden (benim denememde yatağa yatışımızdan tam 55 dakika sonra) hoppp uykuya dalıveriyor. Mucize gibi...:)

Bu şekilde ilk ve ikinci haftayı devirdikten sonra bir ömür boyu yatağa girip çıkmanın mantıksızlığı üzerine düşünüp yine Açelya Hanım'ın kapısını çalınca yöntemin ikinci aşamasına geçiş yapmış bulunuyoruz. Bu aşamada da, yatağa girmek yerine yatağın veya beşiğin yanına bir sandalye koyup orada oturarak, gerekirse belki ninni söyleyerek veya masal anlatarak bebeğinizin kendi kendine uykuya dalmasını bekliyorsunuz. Yine bu aşamada da ilk gece en zor olanı. Bebeğiniz bu yeni aşamaya da direnebiliyor, yataktan kalkmak isteyebiliyor, ağlayabiliyor, sizi yatağa isteyebiliyor ama önemli olan yine sizin dirayetiniz. Her seferinde sevgi dolu bir şekilde onu yeniden yatağına yatırıp ona orada, yanında olduğunuzu hissettirmek süreci oldukça fazla hızlandırıyor. Kızımın bu ikinci aşamaya geçişi biraz kolay aynı zamanda biraz da zor oldu diyebilirim. Çok şükür o ilk gecede ağlama veya tepinme krizleri yaşamadık. Ama kızım sürekli beni yatağa çağırıp durdu. Direnebildiğim kadar direndim ama o gece çok rahatsız olduğumdan en azından yöntemin tümü boşa gitmesin diye yatağa yanına girdim. O gece bu hareketimle çok rahatladığını ve varlığıma güvendiğini hissettim. Yanına gider gitmez uykuya dalmıştı :) Ondan sonraki geceler hiçbir sıkıntı yaşamadan, ben yanında sandalyede otururken kızım mışıl mışıl uykuya daldı. Sadece kızım uykuya dalma aşamasında kendisiyle konuşulmasından hoşlanmadığından yanında otururken ona hiç masal okumadım :) Ninni de söylemedim çünkü bu sefer de ninniye eşlik etmek isterken uykuyu kaçırdığını farkettim :) Dolayısıyla onun yanıbaşında beklerken bu iki öneriyi de yerine getirmedim. Bebeklerinizi en iyi sizler tanıyabileceğinizden bu aşamada seçim de sizin olmalı, deneyerek bebeğinizi hangisinin rahatlattığını çözmelisiniz diye düşünüyorum.

O gün bugündür de ikinci aşamayı uygulamaya devam ediyoruz. Hatta son birkaç gündür öğlen uykularımızda da bu şekilde uyumaya başladık diyebilirim :) Sanıyorum bir sonraki ve son aşamamız yavaş yavaş uzaklaşma yöntemini, halihazırda kullandığımız bu yönteme entegre etmek olacak :)

Böyle bakınca, bilinen tüm yöntemlerden bir parça alarak harmanlanmış, ortaya karışık bir yöntem gibi gözükse de, bizzat tarafımdan denenmiş ve test edilmiş bir yöntem olarak tüm yeni ve/veya bebeğinden yana uyku sorunu yaşayan annelere şiddetle tavsiye edilir. Tabii her yazımda belirttiğim gibi, bebekler birbirlerinden farklılık gösterebileceğinden, yöntemin bebeğinize uygunluğunu öncelikle doktor ve/veya varsa pedagogunuza danışmanızı da tavsiye ediyorum. (Ama merak etmeyin!!! Hadi bir cesaret uygulayın başarın ve sonucun keyfini sürün :) )

Tam da konuya uygun bir bitirişle; Tatlı huzurlu mutlu güzel uykular :)

27 Ocak 2014 Pazartesi

Samanlıktaki Zühtü, Bastırmak İçin Konyalı Arayanlar ve Buz Pateni


Yıllardır çoluk çocuk, büyük küçük demeden, karşısına oturup çekirdek çitleyip mandalina soyarak izlediğimiz, çoğumuzun izlerken hayaller kurmaktan kendini alıkoyamadığı, o buz pistinde etekleri uçuşa uçuşa kuğu gibi salındığımızı hayal ettiğimiz buz pateni gösterilerine, özetle "namahrem" diyerek sansür gelmiş TRT den; hiç şaşırmadım.

Ancak aynı TRT den, özellikle ekranlarında yayınlanan halk müziği konserlerinde, bu kararı tutarlı bir duruş sergilemesini rica ediyorum.

"Memeler baş kaldırmış kavuşmuyor düğmeler" nakaratıyla kabaran nefisleri "samanlıktan kaldıramadım samanı da zühtüüüüüü" nidaları ile kuytu köşede sonlandıran bir potpori, buz pateninde kuğu gibi salınan kızlardan daha az namahrem olamaz kanımca. Veya gecenin sonuna doğru hızlanan ritimle beraber araya giren Konyalım türküsü yok mu......Hep bir ağızdan bağırıyoruz; "Konyalıdan başkasına bastırmammmm offff offffff"....Kimse de çıkıp demiyor yahu sen ne diyorsun, bastırmam falan, bunlar nasıl laflar diye. Niye? Çünkü bu ve binlercesini bildiğiniz, duyduğunuz ve söylediğiniz türküler, türkülerimiz, bizim sanat eserlerimiz.

Ama o buzun üstünde, belki denesek aramızdan sadece iki üç kişinin ayakta kalabileceği o kaygan, soğuk zemin üzerinde, sanki uçarcasına dans eden o naif kızların gösterisi sanat değil; namahrem. Niye mi? Çünkü biz oldum olası mini etek gördü mü kendinden geçen, azıcık göğüs dekoltesi ile karşısına geçtiğinde kuduz köpek gibi ağzından salyalar akıtan, biraz da güzel, yüzüne bakılır bir kadın isen aklında ne fantaziler yazan, o fantazilerle mutlu olan bir milletmişiz. Çocukken, televizyon karşısında mandalina yerken, bu gerçeğin ayırdına varamıyor insan. Daha da acımasız ve gerçekçi olmam gerekirse malesef biz çoluğa çocuğa din, töre, örf, adet, gelenek, görenek kisvesi altında musallat olan; bunu da alkışlanacak bir medya desteği ile "çocuk gelinler" saçmalığı olarak sunan bir milletiz. Kadınını hor gören, döven, söven, hatta öldüren, ve bunların hepsini yaparken de Allah'ın arkasına sığınan kör cahilleriz biz. Televizyonda buz pateni yerine tecavüz, ölüm, darp, yaralama haberlerini izlemeye prim veren; ve bu tarz yayınların prim yapacağına inanan bir milletiz.

Sonra düğünlerde, derneklerde gelsin "ne de güzel baldırın var naylon çorap ister osman aga" ile sahnelere dökülen erkekli kadınlı göbek havası güruhu, "arabada 5, evde 15" çiler, "konyalıdan başkasına bastırmayanlar"...

Ama buz pateni gösterisi mi.....Yokkkk!!! Zinhar!!! Haşa!!! Kızların etek boyları çok kısa, elbiseleri çok açık, çiftli danslarda erkekler kızlar sarmaş dolaş, kültürümüze, gelenek, göreneğimize, dinimize aykırı, velhasılı namahrem. Çünkü TRT yönetimi de biliyor sanıyorum millet olarak nelere zaafımız olduğunu, nelere heyecanlandığımızı kahve köşelerinde. O anlamda tebrik ederim kendilerini, yerinde bir karar olmuş.

Allahtan müslüman, inançlı bir toplumuz da sadece bunlar oluyor sokaklarımızda, evlerimizde, arka odalarımızda; yoksa kimbilir daha nice olurdu halimiz. Buna da şükür.












21 Ocak 2014 Salı

Bağdat Caddesinde Galatasaraylı Olmak


Tam da dün geceki şirket kutlamasının yorgunluğunu üzerimden atmak için yatağa girmiştim ki, her gece yaptığım gibi son bir kez facebook ve twetter daki güncel bilgileri almak üzere iphone umu elime aldım ve bir arkadaşımın paylaştığı Cadde fotolarını görüp düşünmeden edemedim; nasıl birşeydi acaba Cadde'de Galatasaraylı olmak...

Müslüman mahallesinde satışa çıkarılmayı  bekleyen salyangoz olmak gibi birşey miydi, yoksa daha mı fazlası? Sırf Cadde'de bir evde oturmak isteyip ama aynı zamanda Galatasaraylı olmakta direnen bir insanın daha mı azdı kültürel asimilasyonu, Almanya sokaklarında fink atan Türk gençlerine kıyasla? 

Yani velhasılı bir türlü bu çelişkiyi anlamlandıramamış, ekseriyetle aklına böyle acayip şeyler takılan, hayatının hiçbir döneminde Cadde'de oturmamış ama yine de birgün orada oturabilme ihtimalini sevmiş, çocukluktan Galatasaraylı, babadan Beşiktaşlı biri olarak sizi bu ikilemle başbaşa bırakır, iyi geceler dilerim :)

14 Ocak 2014 Salı

Ruya Tabirleri

Ne zaman böyle aksiyon filmi kıvamında rüyalar görsem, çocukluğumdan beri -ve belki de hayatımızın herhangi bir anında herhangi birimize hep söylendiği gibi- her ne kadar popomun açık kalmış olma ihtimali önüme temcit pilavı gibi getirildiyse de, yılmadan, usanmadan, her seferinde bu rüyaların bir mesajı olması gerektiğine,  aksi taktirde bunları görüyor olmamın saçmalığın dibi olacağına inanıp bir rüya tabircisine olan ihtiyacım tavan yapmıştır.

Geçenlerde yine kısa film festivallerinden birine adaylığını koyabilecek seviyede iddialı bir rüya gördüm. Ve yine evet, her zamanki gibi uyandığımda elimin altında 24 saat erişebileceğim bir rüya tabircisi olmamasının burukluğunu yaşadım.

Rüyanın büyüsüne kapılmış bir şekilde, yarı ayık yarı hayal alemlerinde, az sonra kapıma gelecek olan servise yetişmenin mecburiyeti ile giyinip kendimi sabah ayazının kollarına bıraktım; soğuk hava yüzüme yüzüme vururken ayıldım, rüyadan sıyrıldım, kendime geldim. Sitenin kapısında görmüş olduğum rüyanın etkisiyle manasız ve gereksiz bir romantizm içerisinde bekleyip dururken, iki dakika sonra buz tutmaya başlayınca anladım ki hava aslında öyle ayran budalası gibi rüyalara dalıp hayal kurulacak hava değilmiş.

Büyük bir hevesle, birşeylere geç kalmışcasına, kendimi sitenin önüne atmamın üzerinden geçen 10 dakikanın sonunda, yüzümün büyük bir kısmını hissedemez hale gelişimin ilk saniyelerinde, köşeden yavaş yavaş beliren servis şoförünü gördüğüme bu kadar sevineceğim aklımın ucundan geçmezdi. Kaldı ki servis şoförümüzle olan o kısa ama öz mecaramızı başka bir yazıya bırakarak konumuza dönüyorum.

O gece tarif edilemez bir ic sıkıntısı ile girmistim yatağa. İş yerinde yolunda gitmeyen şeyler vardı; düşünüp canımı sıkmaktan başka da aksiyon alamıyordum. Ha bir de ekseriyetle allaha yakarıyor, rahmetli babamdan da bana güç kuvvet destek olmasını diliyordum. Yastığa kafamı koymamla uykuya geçişim arasında abartmıyorum tam 2 saat geçmişti. 

Rüyanın içerisinde tekrar gözlerimi açtığımda arabamızın içerisinde, iki tarafı ağaçlıklı bir yolda, eşimle beraber ilerliyorduk. Eşim her zamanki gibi enteresan bir amaçla çıktığımız bu yolculuktan hiç memnun değildi; o gece ay tutulması olacaktı ve onu zor bela ikna edip tutulmayı izlemek için yollara düşmüştük. Heyecanlı bir şekilde onun yüzüne bakıp içten içe onun da mutlu olduğuna dair yüzünde bir mana ararken, rüyamdaki ilk konuşmayı yapan kişi yine o oldu. Her zamanki gibi alaycı üslubuyla "canım nereden çıktı şimdi taaa oralara kadar gitmek" dedi. Ben yine heyecanla "yaa tamam hiç değilse bir gece pansiyonda kalıp sabaha dönmüş oluruz. Değişiklik olmuş olur bize de." deyip yolculuğa bir kılıf daha bulduktan sonra yüzümü ön cama dönüp gecenin karanlığında önümüzde uzanan o dağ yoluna derin derin baktım. Velhasılı bir zaman sonra kontağı bir dağ köyünde kapatıp evlerden birinin üst katındaki odalarından birine yerleşmeye başlamıştık. Etrafımızda profesyonel makinaları ve tripotları ile telaşla dolanan gençlerin arasında yüreğim ağzımda bu muhteşem doğa olayını beklerken evin sahibini kadın olanca doğallığı ile belirdi salonun kapısında. "Çatıya çıkın oradan daha iyi izleniyor, kaçırmayın" dedi. Kaçta olacak diye sordu aramızdan biri, kadın sanki yılların bilgiçliği ile konuşurcasına "10:30" dedi; kendinden emin, sanki bir hafta öncesinden tüm detayları düşünülmüş bir organizasyonu açıklarcasına. Bir anda, rüya bu ya, ne olduğunu anlamadan vakit gelmişti. Koşar adım çatıdaki yerimizi aldığımızda tüm o kameralar, alengirli makinaların yanında elimde güvenle tuttuğum iphone um benim o anı yakalamak için tüm umudumdu. Bir anda tutulma başladı; ay yüsyuvarlak kırmızı bir top oluverdi. Sandım ki ay yanıyor içten içe, sandım ki az daha yanarsa kül olup dökülecek üstümüze. Parmağım arkası arkasına basarken iphone un deklanşörüne nereden ve ne zaman yanımıza geldiklerini anlayamamanın şaşkınlığı ile annem ve teyzeme bağırıyordum heyecanla "çekin çekin durmadan çekin hep basın arka arkaya hiçbir kareyi kaçırmayın sonra kötüleri sileriz". Annem yeni telefonu elinde "ayyy çok güzel çekiyor" deyip duruyordu. O an kıpkırmızı ayın tam ortasında arapça harflerle ALLAH yazısı belirdi. Elim ayağım kesildi, kalbime huzurla karışık garip bir heyecan doldu, dilim lal, kalbim göğüs kafesime sığmaz oldu. O an dayımın sesi geldi çatının öteki tarafından "ohaaaa gördünüz mü" dedi şaşkınlıkla. Küs olduğumuz dayımın rüyamın tam ortalık yerinde karşıma çıkıyor olması ile silkelenip çalmaya başlayan alarmın sesiyle o dağ evinden sıyrılıp bu soğuk istanbul sabahına dönmüştüm.

Serviste yol boyunca internette ne kadar rüya yorum sitesi varsa hepsini hatim ettikten sonra istediğim gibi bir yorum bulamayıp bu sefer servis arkadaşlarımdan medet umarak rüyamı onlara atmış bir yorum beklemiştim. İnternet siteleri dahil herkesin ortak görüşü rüyanın çok hayırlı olduğu yönündeydi. Her ne kadar bu mutlu haberle bir nebze olsun rahatlamışsam da rüyanın bana vermek istediği mesajı öğrenememiş olmak beynimi kemirip duruyordu.

Günlerce bu konuya kafa yorduktan sonra düşünmemenin daha iyi olacağına karar verip bir ihtimal belki başka birinden değişik bir yorum alırım ümidiyle sizlerden medet umup buraya da yazayım dedim rüyamı. Ola ki aranızdan bir rüya tabircisi çıkar da yanan yüreğime bir kova su döker diye.

Haydi rüya tabircileri, şimdi top sizde :) !!!! Ben bir başka maceraya yelken açmak üzere yatağa doğru yollanıyorum...İyi geceler :)

6 Ocak 2014 Pazartesi

Ayak-kabı



Ayakkabı kutusunu senelerdir ayakkabı kutusu sanan ben, pandoranın açılışı ile beraber anladım ki ayak-kabıymış bunların hepsi.

Yani sen ne kadar aç olursan ol, veya ne kadar muhtaç, ya da ne kadar zengin, burjuva, hatta ne kadar ayakkabısız olursan ol, bir simide paran yetmeyebilir mesela çoğu sabah, veya iki simit alabilirsin gönül rahatlığıyla biri sana diğeri kuşlara, ya da ne kadar aşık olursan ol, ne kadar dirayetli, ne kadar gönüllü, ne kadar dindar, ne kadar dinsiz olursan ol, iki yaşında da olsan bir ayağın çukurda da olsa, sokaklara da dökülsen artık hayır! diye bağırmak için, veya öldürülsen mesela, hatta belki komada bir makinaya bağlı kalsan ömrünün ilk çeyreğinde; hepimiz için aynı olan tek şey var...

O gün, o kutuların içerisinde bulunanlar para pul değil; bizatihi hayallerin, umutların, hikayelerin kendisiydi. Yani ayak yapmayalım dostlar artık; çünkü zaten halihazırda yapılmış birşeyi yeniden yaratmanın manasızlığı aşikar.

O gün, o kutuların her birinde bir başka ayak bizi karşıladı; sükunetle...Onlar ayakkabı kutusu değil; ayak-kabının ta kendisiydi artık...

Anne Oldum Sanırım - 2


Emzirme ile ilgili tüyolarımı bir önceki yazımda sizlerle paylaştıktan sonra geliyorum sıralamadaki ikinci en acılı sürece...Biraz daha sempatik görünebilmesi açısından, ortalamada 3,5-4 ay süren bu bitmek tükenmek bilmez sürece pırt süreci diyorum kendi kendime :)

Kızım dünyaya geldiğinde, ilk 2 günü hastanede olmak üzere toplamda 10 günümüz tam bir demo versiyonu gibiydi. Minnak habire uyuyor, ağlamıyor, neredeyse yeni doğan sendromları ile ilgili anlatılan ne varsa hepsini bosa çıkartıyordu. Onun için de bir an olsun Minnak'ın nadir rastlanan türden, gazsız bir bebek olabileceğine inanmış, hayata toz pembe gözlüklerimi takarak  bakmaya başlamıştım ki tam 11.günün ortalarında Minnak'ın tarif edilemez gaz sancıları eşliğinde uykusuzluğu, hırçınlığı ve kontrol edemediğimiz ağlama seansları başladı.

Böylece, bir an olsun Minnak'ın susması ve rahat bir uykuya dalıp beni de bir nebze dinlendirmesi icin araştırmalara başladım. Eşimin kız kardeşinin bizden bir 6 ay kadar evvel benzer dönemlerden geçmiş olması bana halihazırda üzerinde çalışılmış ve denenmiş geniş bir literatür okuma imkanı sundu.

Bu vesile ile ünlülerin doğum koçu olarak da nam salmış Ayşe Öner ve makaleleri ile tanıştım. İnternette yaptığım sınırsız araştırma ve kitapçılarda ayak üstü okuduğum bebek bakım kitaplarının nihai sonucunda, aşağıdaki link içerisinde birebir Ayşe Hanım'ın gösterimiyle detaylarını paylaştığı videoya ulaştım. Sonrası tam bir başarı ve mutluluk :)

Zaten videodan tüm detaylara ulaşabileceksiniz ama bu süreçten aklınızda kalması gerekenleri, zorlu deneyimlerim sonrası kendimce sizlere sıralamak istedim ki aklınızın bir köşesinde, birgün onlara ihtiyacınız olana dek, dursunlar:)

1- Psikolojik anlamda sizi zorlayan, yorgun düşüren bu dönemde çevrenizde mümkünse sizden evvel bu yollardan geçmiş ve doğal olarak sizden evvel bir sürü araştırma yapıp denemelerde bulunmuş arkadaşlarınızı, komşularınızı ve cemil cümleyi bulundurun. Bu koşturmalı, ağlamalı, sinir bozucu döneminizde bir de Amerika'yı yeniden keşfetmenin bir anlamı yok:)

2- Yine bana doğum öncesi arkadaşlarımın ısrarla söylediği ama benim emzirme konusunda olduğu gibi bunu da unuttuğum mucizevi olduğuna inanılan "soda" yöntemi...Denemek ister misiniz bilmem, biraz kocakarı ilacı vari kalabilir, ama yine denemiş olanların yalancısı olaraktan yöntemi anlatıyorum:) Bebişiniz dünyaya geldiğinde, ilk sütünü içmeden evvel, bebeğin ağzına bir çay kaşığının ucuyla soda damlatıyorsunuz. Bu kısa ve öz uygulama sonrası bebeğin gazsız olduğuna (en azından daha az gazı olduğuna ) dair yorum ve söylentiler mevcut. Bu anlamda karar sizin :)

3- Eğer anne-bebek fuarlarına katıldıysanız veya katılacaksanız, orada size sunulan tüm önerileri dinlemeniz kesinlikle yararınıza olacaktır diye düşünüyorum. Bu fuarlardan birinde bana sunulmuş olan gaz giderici biberonlarım Minnak'ın gaz sürecinde cok faydalı oldu diyebilirim. Onun için marka vermekten çekinmeden, eğer bebeğinizde biberon kullanıyorsanız, hemen bir eczaneye veya bebek mağazasına gidip Dr Brown's markalı biberonlardan temin etmenizi öneririm. Evet gaz problemini kökünden çözmüyor, mucize beklemeyin, ama inanın farkedilir şekilde hem bebeğinizi hem de sizi rahat ettiriyor.

4- Muhakkak iyi, güvendiğiniz bir doktorunuz olsun. Bebeğiniz Minnak gibi kolik gaz sancıları çekiyorsa doğal ilaç takviyelerine ihtiyaç olabilir. Onlardan biri vasıtasıyla ilaca başlamamızdan tan bir hafta sonra Minnak'ın sancıları yok denecek kadar azalmıştı. Ancak malesef hem doktor olmadığımdan hem de internette ilaç önerilmesini uygun bulmadığımdan burada ismini paylaşmıyor, konuyu doktorunuza danışmanızı öneriyorum:)

5- Masaj, bebekleri hem uykuya hazırlayan, hem sakinleştiren, hem de gaz konusunda onların o minicik bağırsaklarını rahatlatan bir yöntemdir. Dünyaya henüz alışamamış, bağırsakların daha yeni yeni çalışmayı öğrendiği bu adaptasyon sürecinde, Ayşe Hanım'ın videosunda göreceğiniz şekilde uygulayacağınız bir mesaj sonrası, bir iki denemede bebeğinizin gaz çıkartabildiğini hatta kakasını bile yapabildiğini göreceksiniz:) Bebeğiniz gazlı dönemini atlattığında bile ılık banyo sonrası bebeğinize uygulayacağınız sakin, yumuşak bir masaj onun daha hızlı uykuya geçmesini sağlayacaktır. Onun için masajı bebeğinizin günlük ritüelinden çıkartmayın derim :) 

Bebeğinizi ölesiye sevdiğiniz ve bıkmadan kendinizi ona adadığınız mutlu, gazsız günler dilerim :)