17 Ocak 2011 Pazartesi

MADURİYE KÖYÜ

Birgün köyün birinde, çok zengin bir ağa varmış. Astığım astık, kestiğim kestik, çaldığım düdük dermiş. Fiyakasından yanına varılmaz, cakasının rüzgarından geçilmezmiş. Kimisi önünde el pençe divan, kimisi de “şeytan görsün yüzünü” kıvamındaymış. Bilirmiş ki el pençe duranların çoğu birgün gelecek, yanında durmayacaklarmış. Bilirmiş ama ses etmezmiş. Her sabah oturduğu bu evin kapısından çıkar, köyü boydan boya dolaşır, bir zamanlar başkasının şimdi ise kendisinin olan bu topraklara bakar, kokusunu içine çeker dururmuş. Müslüman adammış vesselam, sevmeyeni bile bilirmiş, inanırmış da herkes gibi insanoğlu imiş bu ağa da, şeşer beşer, düşer kalkarmış. Yardımsevermiş çok ama kimseye belli etmezmiş elinin açıklığını. Sevmeyenine bile sorsalar “iyi adamdır” dermiş.
Birgün köy kahvesinde otururken demiş ki köylüler ağaya, “Ağam, gel köyümüze sen muhtar ol”. Ağa şaşkın dinlemiş köylüyü. Tam söze girecekken köylüler ağzına tıkamışlar lafı ağanın, “Ağam sende para bol, bizde çalışma kuvveti kudreti. Gel sen bu köyün başına geç bizi kurtar bu mendebur muhtardan” demişler. “Köyümüze ne geldiyse bunun yüzünden geldi, sen bizi kurtarırsın” diye inim inim inlemişler.
Ağa o gece evine gitmiş düşünceli düşünceli. “Fikir de hiç fena değil” diye içinden geçirmiş; “buralar zaten benim varsın yöneteni de ben olayım” demiş. Eve vardığında aile efradı ile görüşüp uykuya dalmadan önce vermiş kararını, “hadi bakalım,” demiş “madem öyle istiyor herkes, yönetelim bakalım bu toprakları”.
Sabahına kalkıp dayanmış muhtarın kapısına, arkasında da tüm köy ahalisi. “Buradaki herkes beni ister” demiş kendinden emin bir halde, “öyleyse sen gideceksin ben geleceğim”. Eski muhtar bakmış ki olacak gibi değil, köylüler de ağanın arkasında, sessizce ceketini almış çıkmış evinden. Ama içten içe yemin etmiş köyü terk eylemeyeceğine dair. Şimdi kaybettim ama kazanacağım elbet birgün diye ant içmiş.
Eski muhtar, bugüne kadar yapmadığı veya yapmayı aklına getirmediği ne varsa düşünüp taşınmış dere kenarında. Bu şekilde çıkıp köy meydanında konuşayım ahaliyle beni yeniden istesinler demiş. Ama bakmış cebinde ne para ne pul, sonra “kaçan balık büyük olur” diye mırıldanmış kendi kendine. Tarlada uyuyarak geçirdiği günlere hayıflanmış. Bir telaş almış ki eski muhtarı sormayın. Kim var kim yoksa toplamış kendi arkasında olan ama bir bakmış ki üç beş kişiden ibaret. Bu böyle olmaz demiş koyulmuş yola.
Bu sırada, makamının keyfini süren ağaya bir haller gelir olmuş. Sinirlenir olmuş durup dururken herşeye. Bir de ağzı bozulmuş ki sormayın; köylünün duymadığı binlerce hakaret köyün üstünde dolanıp durmuş. Birer birer evleri gitmiş ellerinden ahalinin, “eh zaten bizim değildi, ağam sen çok yaşa” demişler asılmışlar küreğe sabana. Ürettikleri ürünleri de yok pahasına almaya kalkınca ağa, aralarında bir iki tane sivri dillisi “ne yapıyorsun” diyecek olmuş, ertesi gün sırra kadem basmışlar. Bu şekilde üç kuruşa talim ederken onlar, eski muhtar ne yapsa boşmuş. Ne köy meydanını doldurabiliyormuş ne de destekleyeni varmış kendini içten içe. Bakmış hal böyledir, aklına bir fikir gelmiş. “Kutlama var” diye herkese duyurmuş; “köy meydanında buluşacağız, ne kadar çok o kadar iyi”. Neyse herkes merak etmiş tabi. Çoluk çocuk toplanmışlar meydana. Eski muhtar ellerine bayrak vermiş herkesin, şapkalar falan filan derken bir mahşer yeridir ki sormayın. Cebindeki üç kuruşu da buna yatırırken eski muhtar, ağa köyü gezdiriyormuş diğer köylerden gelen toprak sahiplerine. Meydandan geçerken kalabalığı görmüş diğer ağalar; “söylesene bu gürültü, bu patırtı nedir? Neyi kutlar köy ahalisi?”. Ağa’nın gözleri kan çanağına dönmüş, kızgınlıktan köpüren ağa içinde patlayan volkanı saklayarak, “Köyümüzde beni seven var sevmeyen var, beni isteyen var istemeyen var. Bunlar da beni sevmeyen ahali olsa gerek varsın toplansınlar” demiş ama bir hışımla geçmiş meydanın kenarından.
Eski muhtar “tamam,” demiş “artık ben yeniden buraların sahibi oldum”. Hemen köy kahvesinde bir oylama yapmışlar, bir de ne görsün eski muhtar, hala tüm oylar ağadan yana çıkmasın mı. Oracıkta bayılıvermiş, doktor hastane derken zar zor kendine gelmiş ama ne eski gücü ne de eski takati kalmış.
Bu sırada köyün toprakları bir bir el değiştirir olmuş. Her bir yana büyük apartmanlar, okullar, hastaneler olmuş ama hiçbiri köye ait değilmiş. Ahali iş bulduk aç kalmadık sevinciyle bir müddet kendinden geçmiş ama köyle aynı hızda artmaya başlamış pahalılık. Aralarından birkaç kişi çıkmış, hadi demiş toplanalım ağaya gidelim derdimizi anlatalım. Ama ağa artık onların yanında durmazmış, aynı kahveye girmez, aynı çayı içmezmiş. Yanına bile yaklaşmasınlar diye iki üç delikanlı almış hizmetine, etten duvar örermiş ahali ile arasına. Neyse birgün biri bir yolunu bulmuş da uzaktan seslenmiş ağaya. “Ağam ne olacak bu halimiz,” demeye kalmadan delikanlılar çullanmış adama, ağanın dudaklarında yine beylik aşağılamalar, oradan uzaklaşmış.
Kimse tanıyamaz olmuş ağayı birkaç ay içerisinde. Köy afalli gözüküyormuş dışarıdan ama gelin görün kü içi çürümüş kırmızı bir elmaya benzetiyormuş köylüler artık bu toprakları. Birkaç zengin toprak sahibi direnebilmiş bu talana ama onlar da ağalarına duacıymış her daim; yardım eli uzatmaya niyetleri yokmuş.
Birgün Ağa demiş ki birşey yapalım öyle birşey ki adımız bu alanda da duyurulsun. Köyün tam ortalık yerine kocaman bir arena yaptırmış köyün gençleri için. Köy oldum olası hiç böyle birşey görmemiş. Gözleri açılmış insanların sevinmişler nedensiz. Gel zaman git zaman binbir zorlukla biten arenanın açılış günü olmuş. Dört bir köyden ağalar, beyler ve ahaliler gelmiş. Oturmuş beklemiş herkes ağanın gelişini. Neyse Ağa yine tüm cakasıyla arenanın kapasından adımını atınca kimsenin beklemediği birşey olmuş içeride. Ağa’ya karşı ayaklanmış ahali, “yuh”lar ıslıklar havada uçuşmuş. “Ayıp yahu, ne yapıyorsunuz” diyecek olmuş aralarından biri, hemen karşılık vermişler “sen sus, bir daha nasıl bulacağız da sesimizi derdimizi anlatacağız Ağa’ya” demişler. Velhasılı daha yerine oturamadan çıkıp gitmiş Ağa evine.
O günden sonra köyün başına gelmeyen kalmamış. Ağa yaşadığı bu vefasızlığın acısını köyün topraklarından çıkarmış. “Ben size öyle bir hal edeyim ki beni mumla arayın” demiş. Köyün tapusunu sattığı gibi yok olmuş ortalardan. Köylülerin başına, dilini bilmedikleri bir yabancı gelip oturmuş. Köylüler bitap bir şekilde eski muhtara koşmuşlar; “aman muhtar bey gel etme eyleme bulalım şu Ağa’yı, hep beraber alalım topraklarımızı geri” demişler ama ne muhtarda o güç kalmış ne de Ağa’yı bulabilecekleri bir memleket. Eski muhtar, köylünün geç gelen aklına bakıp gülmüş içten içe. Seneler önce kendi kendine dere kenarında ettiği laf aklına gelivermiş; “kaçan balık büyük olur” demiş usulca.
Maduriye Köyü gitmiş yerine Varlıklı Köyü gelmiş. Kaçan balık büyük olurmuş ama gelen balık ondan da büyükmüş. Bu haberle beraber, köy kahvesinde oturan eski muhtar ile kimbilir hangi memlekette soluklanmak için mola veren Ağa’nın gözleri aynı anda ışıldayıvermiş.
Gökten 3 elma düşmüş; biri Maduriye Köyü’nün başına, diğer bunu anlatanın başına, sonuncusu da dinleyenlerin başına. AFİYET OLSUN :)