27 Ocak 2014 Pazartesi

Samanlıktaki Zühtü, Bastırmak İçin Konyalı Arayanlar ve Buz Pateni


Yıllardır çoluk çocuk, büyük küçük demeden, karşısına oturup çekirdek çitleyip mandalina soyarak izlediğimiz, çoğumuzun izlerken hayaller kurmaktan kendini alıkoyamadığı, o buz pistinde etekleri uçuşa uçuşa kuğu gibi salındığımızı hayal ettiğimiz buz pateni gösterilerine, özetle "namahrem" diyerek sansür gelmiş TRT den; hiç şaşırmadım.

Ancak aynı TRT den, özellikle ekranlarında yayınlanan halk müziği konserlerinde, bu kararı tutarlı bir duruş sergilemesini rica ediyorum.

"Memeler baş kaldırmış kavuşmuyor düğmeler" nakaratıyla kabaran nefisleri "samanlıktan kaldıramadım samanı da zühtüüüüüü" nidaları ile kuytu köşede sonlandıran bir potpori, buz pateninde kuğu gibi salınan kızlardan daha az namahrem olamaz kanımca. Veya gecenin sonuna doğru hızlanan ritimle beraber araya giren Konyalım türküsü yok mu......Hep bir ağızdan bağırıyoruz; "Konyalıdan başkasına bastırmammmm offff offffff"....Kimse de çıkıp demiyor yahu sen ne diyorsun, bastırmam falan, bunlar nasıl laflar diye. Niye? Çünkü bu ve binlercesini bildiğiniz, duyduğunuz ve söylediğiniz türküler, türkülerimiz, bizim sanat eserlerimiz.

Ama o buzun üstünde, belki denesek aramızdan sadece iki üç kişinin ayakta kalabileceği o kaygan, soğuk zemin üzerinde, sanki uçarcasına dans eden o naif kızların gösterisi sanat değil; namahrem. Niye mi? Çünkü biz oldum olası mini etek gördü mü kendinden geçen, azıcık göğüs dekoltesi ile karşısına geçtiğinde kuduz köpek gibi ağzından salyalar akıtan, biraz da güzel, yüzüne bakılır bir kadın isen aklında ne fantaziler yazan, o fantazilerle mutlu olan bir milletmişiz. Çocukken, televizyon karşısında mandalina yerken, bu gerçeğin ayırdına varamıyor insan. Daha da acımasız ve gerçekçi olmam gerekirse malesef biz çoluğa çocuğa din, töre, örf, adet, gelenek, görenek kisvesi altında musallat olan; bunu da alkışlanacak bir medya desteği ile "çocuk gelinler" saçmalığı olarak sunan bir milletiz. Kadınını hor gören, döven, söven, hatta öldüren, ve bunların hepsini yaparken de Allah'ın arkasına sığınan kör cahilleriz biz. Televizyonda buz pateni yerine tecavüz, ölüm, darp, yaralama haberlerini izlemeye prim veren; ve bu tarz yayınların prim yapacağına inanan bir milletiz.

Sonra düğünlerde, derneklerde gelsin "ne de güzel baldırın var naylon çorap ister osman aga" ile sahnelere dökülen erkekli kadınlı göbek havası güruhu, "arabada 5, evde 15" çiler, "konyalıdan başkasına bastırmayanlar"...

Ama buz pateni gösterisi mi.....Yokkkk!!! Zinhar!!! Haşa!!! Kızların etek boyları çok kısa, elbiseleri çok açık, çiftli danslarda erkekler kızlar sarmaş dolaş, kültürümüze, gelenek, göreneğimize, dinimize aykırı, velhasılı namahrem. Çünkü TRT yönetimi de biliyor sanıyorum millet olarak nelere zaafımız olduğunu, nelere heyecanlandığımızı kahve köşelerinde. O anlamda tebrik ederim kendilerini, yerinde bir karar olmuş.

Allahtan müslüman, inançlı bir toplumuz da sadece bunlar oluyor sokaklarımızda, evlerimizde, arka odalarımızda; yoksa kimbilir daha nice olurdu halimiz. Buna da şükür.












21 Ocak 2014 Salı

Bağdat Caddesinde Galatasaraylı Olmak


Tam da dün geceki şirket kutlamasının yorgunluğunu üzerimden atmak için yatağa girmiştim ki, her gece yaptığım gibi son bir kez facebook ve twetter daki güncel bilgileri almak üzere iphone umu elime aldım ve bir arkadaşımın paylaştığı Cadde fotolarını görüp düşünmeden edemedim; nasıl birşeydi acaba Cadde'de Galatasaraylı olmak...

Müslüman mahallesinde satışa çıkarılmayı  bekleyen salyangoz olmak gibi birşey miydi, yoksa daha mı fazlası? Sırf Cadde'de bir evde oturmak isteyip ama aynı zamanda Galatasaraylı olmakta direnen bir insanın daha mı azdı kültürel asimilasyonu, Almanya sokaklarında fink atan Türk gençlerine kıyasla? 

Yani velhasılı bir türlü bu çelişkiyi anlamlandıramamış, ekseriyetle aklına böyle acayip şeyler takılan, hayatının hiçbir döneminde Cadde'de oturmamış ama yine de birgün orada oturabilme ihtimalini sevmiş, çocukluktan Galatasaraylı, babadan Beşiktaşlı biri olarak sizi bu ikilemle başbaşa bırakır, iyi geceler dilerim :)

14 Ocak 2014 Salı

Ruya Tabirleri

Ne zaman böyle aksiyon filmi kıvamında rüyalar görsem, çocukluğumdan beri -ve belki de hayatımızın herhangi bir anında herhangi birimize hep söylendiği gibi- her ne kadar popomun açık kalmış olma ihtimali önüme temcit pilavı gibi getirildiyse de, yılmadan, usanmadan, her seferinde bu rüyaların bir mesajı olması gerektiğine,  aksi taktirde bunları görüyor olmamın saçmalığın dibi olacağına inanıp bir rüya tabircisine olan ihtiyacım tavan yapmıştır.

Geçenlerde yine kısa film festivallerinden birine adaylığını koyabilecek seviyede iddialı bir rüya gördüm. Ve yine evet, her zamanki gibi uyandığımda elimin altında 24 saat erişebileceğim bir rüya tabircisi olmamasının burukluğunu yaşadım.

Rüyanın büyüsüne kapılmış bir şekilde, yarı ayık yarı hayal alemlerinde, az sonra kapıma gelecek olan servise yetişmenin mecburiyeti ile giyinip kendimi sabah ayazının kollarına bıraktım; soğuk hava yüzüme yüzüme vururken ayıldım, rüyadan sıyrıldım, kendime geldim. Sitenin kapısında görmüş olduğum rüyanın etkisiyle manasız ve gereksiz bir romantizm içerisinde bekleyip dururken, iki dakika sonra buz tutmaya başlayınca anladım ki hava aslında öyle ayran budalası gibi rüyalara dalıp hayal kurulacak hava değilmiş.

Büyük bir hevesle, birşeylere geç kalmışcasına, kendimi sitenin önüne atmamın üzerinden geçen 10 dakikanın sonunda, yüzümün büyük bir kısmını hissedemez hale gelişimin ilk saniyelerinde, köşeden yavaş yavaş beliren servis şoförünü gördüğüme bu kadar sevineceğim aklımın ucundan geçmezdi. Kaldı ki servis şoförümüzle olan o kısa ama öz mecaramızı başka bir yazıya bırakarak konumuza dönüyorum.

O gece tarif edilemez bir ic sıkıntısı ile girmistim yatağa. İş yerinde yolunda gitmeyen şeyler vardı; düşünüp canımı sıkmaktan başka da aksiyon alamıyordum. Ha bir de ekseriyetle allaha yakarıyor, rahmetli babamdan da bana güç kuvvet destek olmasını diliyordum. Yastığa kafamı koymamla uykuya geçişim arasında abartmıyorum tam 2 saat geçmişti. 

Rüyanın içerisinde tekrar gözlerimi açtığımda arabamızın içerisinde, iki tarafı ağaçlıklı bir yolda, eşimle beraber ilerliyorduk. Eşim her zamanki gibi enteresan bir amaçla çıktığımız bu yolculuktan hiç memnun değildi; o gece ay tutulması olacaktı ve onu zor bela ikna edip tutulmayı izlemek için yollara düşmüştük. Heyecanlı bir şekilde onun yüzüne bakıp içten içe onun da mutlu olduğuna dair yüzünde bir mana ararken, rüyamdaki ilk konuşmayı yapan kişi yine o oldu. Her zamanki gibi alaycı üslubuyla "canım nereden çıktı şimdi taaa oralara kadar gitmek" dedi. Ben yine heyecanla "yaa tamam hiç değilse bir gece pansiyonda kalıp sabaha dönmüş oluruz. Değişiklik olmuş olur bize de." deyip yolculuğa bir kılıf daha bulduktan sonra yüzümü ön cama dönüp gecenin karanlığında önümüzde uzanan o dağ yoluna derin derin baktım. Velhasılı bir zaman sonra kontağı bir dağ köyünde kapatıp evlerden birinin üst katındaki odalarından birine yerleşmeye başlamıştık. Etrafımızda profesyonel makinaları ve tripotları ile telaşla dolanan gençlerin arasında yüreğim ağzımda bu muhteşem doğa olayını beklerken evin sahibini kadın olanca doğallığı ile belirdi salonun kapısında. "Çatıya çıkın oradan daha iyi izleniyor, kaçırmayın" dedi. Kaçta olacak diye sordu aramızdan biri, kadın sanki yılların bilgiçliği ile konuşurcasına "10:30" dedi; kendinden emin, sanki bir hafta öncesinden tüm detayları düşünülmüş bir organizasyonu açıklarcasına. Bir anda, rüya bu ya, ne olduğunu anlamadan vakit gelmişti. Koşar adım çatıdaki yerimizi aldığımızda tüm o kameralar, alengirli makinaların yanında elimde güvenle tuttuğum iphone um benim o anı yakalamak için tüm umudumdu. Bir anda tutulma başladı; ay yüsyuvarlak kırmızı bir top oluverdi. Sandım ki ay yanıyor içten içe, sandım ki az daha yanarsa kül olup dökülecek üstümüze. Parmağım arkası arkasına basarken iphone un deklanşörüne nereden ve ne zaman yanımıza geldiklerini anlayamamanın şaşkınlığı ile annem ve teyzeme bağırıyordum heyecanla "çekin çekin durmadan çekin hep basın arka arkaya hiçbir kareyi kaçırmayın sonra kötüleri sileriz". Annem yeni telefonu elinde "ayyy çok güzel çekiyor" deyip duruyordu. O an kıpkırmızı ayın tam ortasında arapça harflerle ALLAH yazısı belirdi. Elim ayağım kesildi, kalbime huzurla karışık garip bir heyecan doldu, dilim lal, kalbim göğüs kafesime sığmaz oldu. O an dayımın sesi geldi çatının öteki tarafından "ohaaaa gördünüz mü" dedi şaşkınlıkla. Küs olduğumuz dayımın rüyamın tam ortalık yerinde karşıma çıkıyor olması ile silkelenip çalmaya başlayan alarmın sesiyle o dağ evinden sıyrılıp bu soğuk istanbul sabahına dönmüştüm.

Serviste yol boyunca internette ne kadar rüya yorum sitesi varsa hepsini hatim ettikten sonra istediğim gibi bir yorum bulamayıp bu sefer servis arkadaşlarımdan medet umarak rüyamı onlara atmış bir yorum beklemiştim. İnternet siteleri dahil herkesin ortak görüşü rüyanın çok hayırlı olduğu yönündeydi. Her ne kadar bu mutlu haberle bir nebze olsun rahatlamışsam da rüyanın bana vermek istediği mesajı öğrenememiş olmak beynimi kemirip duruyordu.

Günlerce bu konuya kafa yorduktan sonra düşünmemenin daha iyi olacağına karar verip bir ihtimal belki başka birinden değişik bir yorum alırım ümidiyle sizlerden medet umup buraya da yazayım dedim rüyamı. Ola ki aranızdan bir rüya tabircisi çıkar da yanan yüreğime bir kova su döker diye.

Haydi rüya tabircileri, şimdi top sizde :) !!!! Ben bir başka maceraya yelken açmak üzere yatağa doğru yollanıyorum...İyi geceler :)

6 Ocak 2014 Pazartesi

Ayak-kabı



Ayakkabı kutusunu senelerdir ayakkabı kutusu sanan ben, pandoranın açılışı ile beraber anladım ki ayak-kabıymış bunların hepsi.

Yani sen ne kadar aç olursan ol, veya ne kadar muhtaç, ya da ne kadar zengin, burjuva, hatta ne kadar ayakkabısız olursan ol, bir simide paran yetmeyebilir mesela çoğu sabah, veya iki simit alabilirsin gönül rahatlığıyla biri sana diğeri kuşlara, ya da ne kadar aşık olursan ol, ne kadar dirayetli, ne kadar gönüllü, ne kadar dindar, ne kadar dinsiz olursan ol, iki yaşında da olsan bir ayağın çukurda da olsa, sokaklara da dökülsen artık hayır! diye bağırmak için, veya öldürülsen mesela, hatta belki komada bir makinaya bağlı kalsan ömrünün ilk çeyreğinde; hepimiz için aynı olan tek şey var...

O gün, o kutuların içerisinde bulunanlar para pul değil; bizatihi hayallerin, umutların, hikayelerin kendisiydi. Yani ayak yapmayalım dostlar artık; çünkü zaten halihazırda yapılmış birşeyi yeniden yaratmanın manasızlığı aşikar.

O gün, o kutuların her birinde bir başka ayak bizi karşıladı; sükunetle...Onlar ayakkabı kutusu değil; ayak-kabının ta kendisiydi artık...

Anne Oldum Sanırım - 2


Emzirme ile ilgili tüyolarımı bir önceki yazımda sizlerle paylaştıktan sonra geliyorum sıralamadaki ikinci en acılı sürece...Biraz daha sempatik görünebilmesi açısından, ortalamada 3,5-4 ay süren bu bitmek tükenmek bilmez sürece pırt süreci diyorum kendi kendime :)

Kızım dünyaya geldiğinde, ilk 2 günü hastanede olmak üzere toplamda 10 günümüz tam bir demo versiyonu gibiydi. Minnak habire uyuyor, ağlamıyor, neredeyse yeni doğan sendromları ile ilgili anlatılan ne varsa hepsini bosa çıkartıyordu. Onun için de bir an olsun Minnak'ın nadir rastlanan türden, gazsız bir bebek olabileceğine inanmış, hayata toz pembe gözlüklerimi takarak  bakmaya başlamıştım ki tam 11.günün ortalarında Minnak'ın tarif edilemez gaz sancıları eşliğinde uykusuzluğu, hırçınlığı ve kontrol edemediğimiz ağlama seansları başladı.

Böylece, bir an olsun Minnak'ın susması ve rahat bir uykuya dalıp beni de bir nebze dinlendirmesi icin araştırmalara başladım. Eşimin kız kardeşinin bizden bir 6 ay kadar evvel benzer dönemlerden geçmiş olması bana halihazırda üzerinde çalışılmış ve denenmiş geniş bir literatür okuma imkanı sundu.

Bu vesile ile ünlülerin doğum koçu olarak da nam salmış Ayşe Öner ve makaleleri ile tanıştım. İnternette yaptığım sınırsız araştırma ve kitapçılarda ayak üstü okuduğum bebek bakım kitaplarının nihai sonucunda, aşağıdaki link içerisinde birebir Ayşe Hanım'ın gösterimiyle detaylarını paylaştığı videoya ulaştım. Sonrası tam bir başarı ve mutluluk :)

Zaten videodan tüm detaylara ulaşabileceksiniz ama bu süreçten aklınızda kalması gerekenleri, zorlu deneyimlerim sonrası kendimce sizlere sıralamak istedim ki aklınızın bir köşesinde, birgün onlara ihtiyacınız olana dek, dursunlar:)

1- Psikolojik anlamda sizi zorlayan, yorgun düşüren bu dönemde çevrenizde mümkünse sizden evvel bu yollardan geçmiş ve doğal olarak sizden evvel bir sürü araştırma yapıp denemelerde bulunmuş arkadaşlarınızı, komşularınızı ve cemil cümleyi bulundurun. Bu koşturmalı, ağlamalı, sinir bozucu döneminizde bir de Amerika'yı yeniden keşfetmenin bir anlamı yok:)

2- Yine bana doğum öncesi arkadaşlarımın ısrarla söylediği ama benim emzirme konusunda olduğu gibi bunu da unuttuğum mucizevi olduğuna inanılan "soda" yöntemi...Denemek ister misiniz bilmem, biraz kocakarı ilacı vari kalabilir, ama yine denemiş olanların yalancısı olaraktan yöntemi anlatıyorum:) Bebişiniz dünyaya geldiğinde, ilk sütünü içmeden evvel, bebeğin ağzına bir çay kaşığının ucuyla soda damlatıyorsunuz. Bu kısa ve öz uygulama sonrası bebeğin gazsız olduğuna (en azından daha az gazı olduğuna ) dair yorum ve söylentiler mevcut. Bu anlamda karar sizin :)

3- Eğer anne-bebek fuarlarına katıldıysanız veya katılacaksanız, orada size sunulan tüm önerileri dinlemeniz kesinlikle yararınıza olacaktır diye düşünüyorum. Bu fuarlardan birinde bana sunulmuş olan gaz giderici biberonlarım Minnak'ın gaz sürecinde cok faydalı oldu diyebilirim. Onun için marka vermekten çekinmeden, eğer bebeğinizde biberon kullanıyorsanız, hemen bir eczaneye veya bebek mağazasına gidip Dr Brown's markalı biberonlardan temin etmenizi öneririm. Evet gaz problemini kökünden çözmüyor, mucize beklemeyin, ama inanın farkedilir şekilde hem bebeğinizi hem de sizi rahat ettiriyor.

4- Muhakkak iyi, güvendiğiniz bir doktorunuz olsun. Bebeğiniz Minnak gibi kolik gaz sancıları çekiyorsa doğal ilaç takviyelerine ihtiyaç olabilir. Onlardan biri vasıtasıyla ilaca başlamamızdan tan bir hafta sonra Minnak'ın sancıları yok denecek kadar azalmıştı. Ancak malesef hem doktor olmadığımdan hem de internette ilaç önerilmesini uygun bulmadığımdan burada ismini paylaşmıyor, konuyu doktorunuza danışmanızı öneriyorum:)

5- Masaj, bebekleri hem uykuya hazırlayan, hem sakinleştiren, hem de gaz konusunda onların o minicik bağırsaklarını rahatlatan bir yöntemdir. Dünyaya henüz alışamamış, bağırsakların daha yeni yeni çalışmayı öğrendiği bu adaptasyon sürecinde, Ayşe Hanım'ın videosunda göreceğiniz şekilde uygulayacağınız bir mesaj sonrası, bir iki denemede bebeğinizin gaz çıkartabildiğini hatta kakasını bile yapabildiğini göreceksiniz:) Bebeğiniz gazlı dönemini atlattığında bile ılık banyo sonrası bebeğinize uygulayacağınız sakin, yumuşak bir masaj onun daha hızlı uykuya geçmesini sağlayacaktır. Onun için masajı bebeğinizin günlük ritüelinden çıkartmayın derim :) 

Bebeğinizi ölesiye sevdiğiniz ve bıkmadan kendinizi ona adadığınız mutlu, gazsız günler dilerim :)