Sabah erkenden
çalan alarmın o saç baş yoldurucu sesi ve ısrarı ile zar zor kendimi yataktan
atıp beni deli eden bir mide bulantısı ile kendimi tuvalete kapadım. Vücudumun yönetimini
tamamen ele geçiren ve dur kalktan anlamayan bu hormon ayaklanması her sabah
midemde olmayan şeyleri dışarı atma çabası ile beni tuvalet köşelerinde esir
ediyordu. Bu sabahın da hormon ayaklanmasını başarı ile savuşturduktan sonra
diğerlerinin henüz kalkmamış olmasını avantaj bilip kendimi duşa attım. Ayılmamı
sağlayacak başkaca bir yol yoktu sabahın bu saatinde. Duş sonrası ayılmış,
kendine gelmiş, midesindeki ayaklanmayı bastırmış ve yenilenmiş bir şekilde
odama çekilip giyinmeye başladığımda ev ahalisinin daha yeni uyanır olduğunun
sinyallerini veren ayak sesleri ile kaplanıverdi koridor. Yarım saat içerisinde
de kendimizi kapının önünde annemlerle vedalaşırken bulduk. Bekle bizi
Peygamberler Şehri; biz geliyoruz...
Yola çıkmadan
evvel de kahvaltımızı, Antep’in vazgeçilmez tatlarından birisi olan Beyran ile
yaptık. Beyran, et suyu, pirinç, gerdan, sarımsak ve çeşitli baharatlardan
oluşan, yüksek ısıda kaynatılarak hazırlanan, içerken genzinizden midenize
kadar o baharatları ve sıcağı hissettiğiniz, yöreye özgü ve sabahları içilen
bir çorbadır. İlk denememde, acısız diye belirtmediğim için bana normal acılı
Beyran servis edilmişti ve o ilk kaşıkta yaşadığım acı şokunu size anlatamam J Acı sevenler için vazgeçilmez bir şölen
olduğu kaçınılmaz. O gün sabah ise tecrübeli olmanın verdiği avantajla kendime
acısız beyran sipariş ederek bu tarif edilemez lezzetin keyfini sürdüm. Beyranlarımızı
da içtikten sonra Urfa’ya doğru yolculuğumuza devam ettik.
Yolculuğumuz boyunca
hem yolda gördüklerimizin fotoğrafını arabanın camından yakalamaya çalışıp hem
de elimizdeki telefonlardan bu toprakların tarihi ile ilgili bulabildiğimiz
bilgileri birbirimize okuyorduk. Daha ziyade, ben telefondan araştırma yapma
konusunda biraz başarısız olduğum için, ön koltukta seyir halinde olan ve
neredeyse konuştuğumuz her konuda bir kere bile olsa telefonunu çıkarıp google
dan araştırma yapan Gogo’ya paslıyordum bu işi. “Gogo bu gölün hikayesi neymiş”, “Gogo kommagene neresiymiş tarihi neymiş, bir bakıversene”
şeklindeki emrivakilerime ilk başlarda hiç hayır demeden yanıt veren canım
arkadaşımı yolculuk sonuna doğru bezdirecektik J
* Sınırları
Malatya, Adıyaman’dan dönemin efsanevi kentlerinden Zeugma’ya kadar uzanan Kommagene
uygarlığı, Dicle ve Fırat nehirlerinin yukarı kıyılarında kurulmuş. Krallık,
Toros Dağlarındaki çeşitli yolların birleştiği bir noktada, Suriye’nin kuzeyi,
Hatay, Pınarbaşı, Kuzey Toroslar ve doğuda Fırat Nehri’nin çevrelediği
Adıyaman, Kahramanmaraş ve Gaziantep illerini kapsayan bir coğrafyaya
yayılıyormuş. Bu uygarlık, tarihi kayıtlarda ilk kez M.Ö.850 yılları civarında
görülmeye başlanmış. M.Ö. 700 yıllarında bir Kommagene kralı Asurlulara başkaldırmış
ama Asur kralı Kommagenelileri yenmiş ve onları bugünkü Irak sınırına kadar
sürmüş. M.Ö.600 yıllarında Babilliler Asurluları yenilgiye uğratmış ve sonradan
Kommagene uygarlığının başkenti olacak Samsat’da son kez savaşmışlar. Bu savaşta
da, Babilliler Asurluları yenmeyi başarmış. Kommagene halkı M.Ö.550 yıllarında
önce Babillileri yenen Perslerin sonra da Persleri yenen Büyük İskender’in
ordularının istilasına tanık olmuşlar. En nihayetinde, M.Ö.130 yıllarında
Kommagene krallığı bağımsızlığını kazanmış. Kommagene uygarlığının tamamen
kendine has bir sanat anlayışı varmış. İçerisinde farklı kültürlerin,
geleneklerin, farklı diller konuşan insanların, doğu ve batı halklarının bir
potada eridiği bu topraklarda, sanat da Yunan ve Pers sanatlarının bir
senteziymiş. Kral Antiokhos sanata destek vermiş. Öyle ki meclisinde sanatçıları
ve bilginleri toplarmış. İşte dağın zirvesinde yer alan o görkemli heykeller
Kommagene sanatının ihtişamını gözler önüne serer niteliktedir. Bu sırada,
topraklarda yeni bir tehlike belirmiş. Romalılar batı Anadolu’ya adımlarını
atar atmaz Bythinia, Pisidia, Galatia ve Cappadocia gibi krallıkları ele
geçirmeye başlamışlar. M.Ö.80 yıllarında Bythinia ve Pisidia’yı egemenliklerine
almışlar. Aynı sıralarda Partlar da Kommagene sınırına varmışlar. Romalılar M.Ö.70
yıllarında en büyük düşmanları olan Pontus Krallığını devirmişler. Arkasında Pontus’un
güçlü müttefiki Arm Krallığını yıkmışlar ve fetihlerini tamamlamak için bölgede
kalan son bağımsız krallık olan Kommagene’ye yönelmişler. Bu küçük krallığın
ele geçirilmesi onlara hiç de zor gözükmemiş. Ancak Kommagene ciddi bir şekilde
direnç göstermiş ve bu topraklarda çatışmalar sürmüş. Ancak Kral Antiokhos’un
ölümünden sonra yerine oğlu 2. Mithridates geçmiş. Kral Antiokhos ise Nemrud
tapınağına tahminen babasının yanına gömülmüş. Fakat artık Kommagene krallığı
Roma İmparatorluğuna denk değilmiş. Kommagene önce Suriye’nin uydusu,
sonrasında da eyaleti haline gelmiş. Kommagene son olarak Kral 4. Antiokhos
zamanında kısa da olsa bağımsız kalmayı başarmış ama Kral 4. Antiokhos da
M.S.71 yıllarında Roma ordusuna yenik düşmüş. Kommagene ordusu Roma ordusuna
dahil edilmiş ve gelecekte çıkabilecek isyanları önlemek için Kommagene
uygarlığının yüceliğini anlatan binalar ve heykeller yıkılmış. Kommagene’nin
yıkılışı ile Nemrud Dağı’ndaki tapınak da yıkılmış ve Nemrud Dağı uzun uykusuna
dalmış. Dağın keşif öyküsü Osmanlı’nın Almanlarla ortak olarak inşa ettiği
Anadolu-Bağdat Demiryolu yapımı sırasında Alman Mühendis Karl Sester’in
Malatyalı köylülerden duyup, onlarla beraber tırmandığı Nemrut Dağı
zirvesindeki dev heykelleri görmesiyle başlamış.
Bu bilgileri de
aldıktan ve bunları dinlerken yolda bir dizi fotoğraf çektikten sonra Urfa’ya
ulaşmıştık. Urfa’ya her gidişimde mistik bir duygunun beni kapladığını
düşünürüm; bu sefer de farklı olmadı ve o mistik hava içerisinde kendimi
kaybettim J Gördüğüm
her kareyi deli gibi çekmek istiyor; iki saniyede bir makinanın çıkardığı klik-klik sesleri ile önümü bile
görmeden yürüyordum. Urfa’da ziyaret edeceğimiz yer Balıklı Göl idi. Direk oraya
yöneldik. Haftaiçi olması ve bayram seyran olmaması nedeniyle oldukça boştu ve
rahat rahat yürüyebiliyorduk. Balıklı Göl’ün kenarına varınca, yanımdaki minik
çocuğun balıklara attığı bir avuç yeme balıkların çılgın gibi atlayışı hala
gözümün önünde J
Balıklı Göl’ün
efsanesi ise şu şekilde...Nemrut zulmü ile çevresine korku ve dehşet
saçıyormuş. Bir gece bir rüya görmüş ve bunu din adamlarına yorumlatmış. O yıl
doğacak çocuklardan biri Nemrut’u öldürecekmiş. Bunun üzerine Nemrut o yıl
doğacak bütün çocukların öldürülmesi emrini vermiş. O yıl İbrahim peygamberin
annesi Sara Hatun kaçmış ve bir mağaraya gizlenmiş. Burada çocuğu doğurmuş ve
çocuğu oraya bırakmış. Çocuğu dişi bir ceylan emzirmiş. Aradan zaman geçince
askerler İbrahim peygamberi mağarada bulmuşlar ve Nemrut’a getirmişler. Nemrut
bu çocuğu sevmiş ve yanına alıp büyütmüş. İbrahim peygamber ise bir süre sonra
Nemrut’un zulmünü ve putlara tapışını ve halkı da buna zorlayışını görmüş ve
putların Allah olmadığını söylemiş. Halka bunu anlatmış. Nemrut’un evlatlığı
Zeliha ona inanmış ve o da Nemrut’tan çok korkuyormuş. Bir tören günü İbrahim
peygamber sarayın putlar bölümüne girmiş ve bütün putları parçalamış, elindeki
baltayı da en büyük putun üstüne asmış. Törenden dönenler endişeyle durumu
Nemrut’a haber vermişler. Nemrut gelmiş ve İbrahim peygamber demiş ki balta
onun elinde demek ki bunu o put yaptı. Nemrut sinirlenip bu nasıl olur diye
haykırmış. İbrahim peygamber de demiş ki anlatmak istediğim budur, siz kendi
ellerinizle yaptığınız putlardan medet umuyorsunuz, sizi korumasını bekliyorsunuz.
Sinirlenen Nemrut ve diğerleri onun üzerine yürümüşler ve Nemrut İbrahim
peygamberin yakılmasını emretmiş. Har taraftan odun toplanmış ve Halilürrahman
Gölü’nün bulunduğu yerde yığılmış. Nemrut’un kalesinin kuzeyine iki sütun
yaptırılır ve İbrahim peygamberin buraya gerilerek halatlarla ateşe
fırlatılması düşünülür. Bu sütunlar, Urfa kalesindedir ve 7 kişi bu sütunları
ancak sarabilir. Ve bu sütunlara mancınık denir. En sonunda İbrahim peygamber
bu sütunlara gerilir ve fırlatılır. Odun yığınlarının arasına düşer düşmez ateş
yerine burası göl olur; odunlar da balığa dönüşür. Balıklar yandıkları için
üzerlerinde kara lekeler bulunur. Göle Halilürrahman Gölü denir. Zeliha’nın
gözyaşları ile oluşan küçük göle de Aynızeliha (Zeliha’nın gözyaşları) denir. Halk
inanışlarında bu göl ve balıklar kutsal sayılmaktadır; ve bu balıklara
dokunanların öleceğine, ya da başlarına bir bela geleceğine inanırlar.
Biz de balıklı
gölden başlayıp aynı bahçe içerisinde yer alan ve İbrahim peygamberin doğduğu
mağara olduğunu söyledikleri mağarayı gezerek Urfa’da gezeceğimiz yerleri
noktalamış olduk. Bu sırada, Balıklı Göl’de karşılaştığımız ve fotoğraf
çekilmeyi ihmal etmediğimiz Kahtalı Mıçı ise turumuzun süprizi oldu diyebilirim
J
Bir dip not
olarak sadece şunu belirtmeliyim ki halk tarafından kutsal olarak görülen bu
mekanlar, malesef yine aynı halk tarafından pek de kutsala yakışır şekilde
ağırlanmamaktalar. Özellikle mağara ve içerisinde kutsal olarak adlandırdıkları
suyun önünde yaşanan arbedelere tanık olduktan sonra halk olarak “kutsallık”
anlayışımızı sorgulamaya başladım diyebilirim.
Urfa’da gezmeyi
planladığımız yerleri bu şekilde tamamladıktan sonra şimdi sırada yemeği nerede
yiyeceğimize karar vermek vardı. İçinde bir fıskiye ile suların dağıtıldığı
havuzun kenarında çaylarımızı yudumlarken yapılan birkaç telefon görüşmesi
akabinde gidilecek yere karar vermiştik. Midemizden gelen gurultularla beraber karşılaşacağımız
o enfes kebap görüntülerini gözümüzde canlandırıyorduk J Yolun sonunda şirin bir bahçesi olan iki
katlı Dedecan Restaurant'a vardık ve sevgilimin müdahelesi ile siparişleri verdik ve
bu enfes ziyafetin tadını çıkardık. Kebabın ve etin tadını bu kadar içesine
aldığım bir başka yer yoktu sanıyorum şimdilik. Ben böyle düşünüp ellerimle
kebaba yumulurken, ilerleyen günlerde Hatay’da tadacağımız o enfes lezzetleri
ve masada kendimizden geçişimizi daha yaşamamıştım tabii ki J Orada yaşadıklarımız ise bir başka
yazının konusu olacak J
Urfa’dan midemiz
ve fotoğraf makinalarımız dolu bir şekilde dönüş yaparken arabada dört baygın
kişi olarak ertesi günün planlarını yapmaya koyulmuştuk bile. Ertesi gün
Adıyaman’a gitmeye karar vermiş ve tüm planlarımızı buna göre hazırlamıştık.
Ama sonra ne mi oldu? O da bir sonraki bir yazının konusu diyor ve To Be Continued diyerek bu yazıyı
noktalıyorum J
* Bu paragrafta anlatılan bilgilerin tümü http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/kommagene_krall%C4%B1%C4%9F%C4%B1
sitesinden elde edilmiştir.