29 Kasım 2012 Perşembe

KİTAP FUARINDA TOPLU ÖLÜMLER

Kitap fuarının girişinde böylesine bir insan seli gördüğümde kitap fuarı değil de Zara veya Mango'nun yıl sonu fabrika indirimine geldim zannettim. Sonra o uzun araba kuyruğunda otoparka ulaşmayı beklerken istatistiklere olan inancım sarsıldı. Ne de çok kitap okuru varmış dedim içimden; gözlerim yaşardı :) Arabaya büyük bir mucize eseri (meleklerimin de yardımıyla diyorum, bu ayrıntıyı hayatta atlayamam) cillop gibi bir yer bulup koşar adım, sanki tabakhaneye hammadde yetiştiriyormuşçasına giriş kapısının önüne yaklaşırken gözüme çarpan üzerinde "International Participants" ibaresinin yer aldığı kapı, içimde inatla o kapıdan içeri girme isteği uyandırdı. Hele bir de International Participants ve normal giriş kapısı arasında o yaşadığım Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminalinde olma hissini size tarif edemem; görevliye pasaportumu veresim geldi. Zaten oldum olası anlayamadım onların niye sonu aynı koridora çıkan ayrı kapılardan geçtiklerini. Her seferinde hadi neyse bir bildikleri vardır diye hep sükunetle karşıladım bu durumu ama kitap fuarının giriş kapısında da bunu görünce kendimden geçmişim; bir başladım konuşmaya, resmen homurdanıyorum :) Hayır yani o kapının önünde tıklım tıkış sıra bekleyen "international" şahsiyetler olsa içim yanmayacak; diyeceğim ki haaaa bak kitap fuarında türkçe kitaplarla dilimizi öğrenecekler. (Bu arada içeride ben hiç yabancı yayınlara denk gelmedim; kübra-i bağırsaktan sallamıyorum yani. Belirteyim dedim :) )

Bizim kapılar olmuş izdiham; o bomboş tek kapı sinirlerime dokundu valla. Neyse yanımda yamacımda sanıyorum bir yetkili vardı sesimi duydu da iki dakika sonra o kapıyı da açtılar, insanlar rahat rahat içeri girebildi. Bizse, aslında hiç tasvip etmediğim bir şekilde öteki kapının önündeki kuyruğa kaynak olup içeri çoktan süzülmüştük :) Tasvip etmiyorum ama sırat köprüsünün sonundaki sorgu kuyruğundan alnının akıyla çıkmışçasına rahat gişelerden geçip içeriye girdiğimde kendimi Alice'in Harikalar Diyarında gibi hissettim. Uzun süredir bir duvarın dibine bağlı kalmış köpek yavrusunun zincirlerinden kurtulup şuursuzca oradan oraya koşturması gibi bir anda sevgilimin elinden kopup koşmaya başladığımı hatırlıyorum. Stantlar önünde onu çekiştirip bir düzen, bir organizasyon olmadan her gördüğünü isteyen şımarık çocuklar gibi ben de kitapevlerine saldırıyor, bir o koridorda bir bu koridorda derken eni sonu saatler sonra bile sadece 2 koridor gezmiş olduğumu farkedip hayal kırıklığına uğradım. Benim tüm şuursuzluğuma ayak uyduran arkadaşım ve teyzemin de tüm çabalarını burada dile getirmeden de edemeyeceğim hani :) En nihayetinde sıkılmış, yorulmuş, ve belli ki deli gibi oradan oraya saldıran üç kadınla böylesi bir fuara gelmekten içten içe pişmanlık duymuş bir halde koridorların dört yol ağzında durup bize bakıp siz fuarda nasıl gezilir valla bilmiyorsunuz deyip bize bir yol planı çizen sevgilimi o an Spartacus'e benzettim :) Onun gibi kararlı, isyankar ve "freeedommmmmm" gördüm :)

Tabii koridorları arşınlamaya başlamadan evvel, içeriye girdiğimiz gibi resmen saldırdığımız imza kuyrukları var ki onu nasıl anlatsam bilemedim :) Annemin binbir tembih ile bizi gönderdiği, teyzemin alçılı koluyla kendini feda ederek imza için kuyruğuna girdiği Mustafa Balbay'ın imza saatinde bulduk kendimizi. Bu arada müthiş ivedilikle ben İlber Ortaylı hocamın sırasına girip imzalanacak tüm kitapları ve imza taleplerini koltuğumun altına alıp beklemeye başladım. O sırada sevgilim, hayranı olduğu Ayşe Kulin için koşarak imza sırasına girmişti bile. Onun sırasının bizden daha hızlı ilerlediğinin teyidini telefonla aldıktan sonra arkadaşımı da onun yanına paslayıp İlber hocayı beklemeye koyuldum. Ne bitmez dakikalardı anlatamam. Fuarın çalışmayan havalandırmaları, sıcak ve insanların acayip kokularıyla işte ilk defa o zaman yüzleştim. Kendimden geçer gibi oldum, o ağır hava her yanımı sardı, dünyayı resmen tersten gördüm ama yılmadım bekledim. Koridorun sonuna doğru uzanan kuyruktan bize doğru dalga dalga yayılan İlber Hoca geliyor fısıltıları ile sıra anlamsız bir şekilde ilerlemeye başlayınca, İlber hocanın kitapları yolda imzalamaya başladığını falan düşündüm. Hayır madem yer vardı, ne diye daha önce ilerlemediniz de biz arkada birbirimizin ten kokularını ezberledik ey ön sıradakiler!!! Sıra inanılmaz bir şekilde beş dakika içerisinde bana geldi. Hocamla yıllar sonra konuşuyor olmak nasıl bir histi asla ne burada ne de başka bir yerde tarif edemem. O babacan gülümsemesi ile "oooooo büyümüşsün" demesi ise cabası; sanıyorum beni tanıdı diye keyiflenebilirim :) Neyse fotodur imzadır dedikten sonra koşa koşa Ayşe Kulin'in sırasına gittim ki ne göreyim; benim sıramdan önce ilerlemeye başlayan sıra hala bir arpa boyu gitmemiş. Neden mi? Sürekli yandan sıraya kaynak olan, kitap okumak, kitap kültürü, kitabın insan hayatına katıp katabileceği ne kadar güzellik varsa hepsinden yoksun, sadece bitmek tükenmek bilmeyen, hayatlarının bir yerinde bir ünlü ile çekilmiş bir fotoğrafının olması gururu ile yaşayan ve onu nasıl Facebook'a koyacaklarını düşünen alacakaranlık kuşlarına sıradakiler de topluluk bilinciyle müdahele etmemişler de ondan. Zaten hep şaşarım bankada orada burada sıraya kaynak olanları dilleriyle parça pinçik edenler bu gibi aktivitelerde niye susarlar. Sanıyorum ingilizce tabiriyle cool olmak onların bu tarz aktivitelerde çantalarında taşıdıkları yegane maske :) Bu anlamda buradan bizim sıradaki protest, aktivist, gözlemci ve müdaheleci teyzeye de teşekkürlerimi bir kez daha sunarım :)

Neyse sıra sevgilime ve arkadaşıma geldiğinde tabii ki de o kadar beklemenin meyvesi olarak onların da bir sürü fotoları oldu :) Yandan, önden, sıra beklerken, Ayşe Kulin ile, vesair...Burada değinmeden geçemeyeceğim, Ayşe Kulin ömrümde gördüğüm en salon kadını kadın; sanki saraydan fışkıran bir duruşu, ağırlığı ve hoşluğu var. Onun yaşında olabileceğim en maksimum şey; balkondan çocuklara avazı çıktığı kadar bağıran ve tepelerinden aşağıya bir kova suyu boca eden sorunlu bir teyze olmak :) Napalım, kimimizi öyle kimimizi böyle yaratıyor yüce rabbim :)

İmza kuyruklarından kendimizi kurtarıp anlattığım gibi koridorlar arasında yeniden koşmaya başlarken bile kuyrukta yamacıma ilişen sıcak ve ter kokusu peşimi bırakmadı. Saatler geçtikçe haddinden fazla dolmaya başlayan reyon boşlukları ve koridorlar, kişi başına düşen ortalama oksijen miktarındaki hissedilir düşüş ve yetkililerin umarsızlıkları sonucu yarın ki gazete manşetlerini görebiliyordum. KİTAP FUARINDA TOPLU ÖLÜMLER :)

Sevgilimin koşa koşa bilmem kaç salon önce, bilmem kaçıncı stantta gördüğü ve inanılmaz bir şekilde yerini hatırladığı kitapevinden bir koşu gidip excel kitabını alıp gelmesi akabinde yine koşar adım fuardan kendimizi atıp temiz hava ile yüzleştiğimizde hepimiz aniden geçici oksijen vurgunu yedik :) Yine aynı acele ile koşa koşa elim kolum kitaplarla dolu, arabaya binip eve doğru yola çıktık. Resmen saatlerle savaşırcasına bir ziyaret olmuştu. Nefes nefese eve girip birkaç saat sonra gelecek misafirlerimiz için sofrayı kurmaya giriştim. Bu kadar yorgunluğa iyi gelebilecek ilk şey uyku ise ikincisi kesinlikle dost muhabbediydi. O sıcacık gülüşlerle geceyi sonlandırdığımızda yatağa kendimi bırakır bırakmaz uyudum.

Rüyamda kitap fuarında boğulduğumu görerek uyandığımda farkettim ki ağzım kapalı kalmış, eee burnumdan da hava alamadığımı hesaba katarsak, neredeyse ciddi ciddi boğularak ölüyormuşum :) Bu bahane ile deviasyon ameliyatı için birkez daha ikna olarak gerisin geri yastığa yumuldum :)

Özet olarak; Tüyap en acilinden bir dahaki fuara kadar klima ve havalandırma sistemlerini elden geçirirken ben de artık deviasyon ameliyatı olmalıyım :)

İmza : Tüyap'ta Boğulmaktan Kurtulan Genç :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder